Hepatit B Kendiliğinden Geçer mi? Toplumsal Beden, İktidar ve Vatandaşlık Üzerine Bir Okuma
Bir siyaset bilimci, toplumsal düzenin bedensel tezahürlerini incelerken, “hastalık” kavramını yalnızca biyolojik bir olgu olarak değil, iktidar ilişkilerinin görünür kılındığı bir alan olarak da ele alır. Hepatit B gibi bulaşıcı bir hastalık, aslında toplumsal örgütlenmenin, sağlık politikalarının ve vatandaşlık algısının sınırlarını yeniden çizer. Peki, hepatit B kendiliğinden geçer mi? Ya da başka bir şekilde sormalı: bireyin bedeni üzerinde kim söz sahibidir — doğa mı, devlet mi, yoksa bireyin kendisi mi?
Hastalık ve İktidar: Bedenin Politik Ekonomisi
Hepatit B’nin biyolojik süreci, tıpkı siyasal süreçler gibi, güç ve denge ilişkileriyle tanımlanır. Virüs, vücuda girdiğinde bağışıklık sistemiyle bir iktidar mücadelesine girer. Devletin kurumları da benzer şekilde, toplumsal bedenin “sağlığını” koruma iddiasındadır. Sağlık Bakanlığı, aşı politikalarıyla bireylerin yaşamına doğrudan müdahale eder. Ancak bu müdahale, yalnızca koruyucu değil, aynı zamanda düzenleyici bir iktidar biçimidir.
Michel Foucault’nun biyopolitika kavramını hatırlayalım: modern iktidar artık bedeni öldürmez, onu yaşatır — ama belirli koşullar altında, belirli biçimlerde. Hepatit B gibi bir hastalığın “kendiliğinden geçip geçmemesi” sorusu, böyle bakıldığında, yalnızca tıbbi değil, aynı zamanda politik bir sorudur. Bireyin bedeninin iyileşme potansiyeli, devletin sağlık sistemine duyduğu güvenle, yani vatandaşlığın kurumsal sınırlarıyla iç içe geçmiştir.
Kurumsal İdeoloji ve Sağlık Politikaları
Devletin kurduğu sağlık ideolojisi, bireyin “sağlıklı vatandaş” olarak tanımlanmasına dayanır. Bu ideoloji, tıpkı diğer toplumsal kurumlar gibi, itaat ve sorumluluk üzerine kuruludur. Hepatit B teşhisi alan bir birey, çoğu zaman kendi bedenine değil, sağlık kurumlarının otoritesine teslim olur.
Peki, vatandaşlığın temel kriterlerinden biri olan “sorumluluk”, burada nasıl tanımlanır? Kendi bedenini korumak mı, yoksa sağlık politikalarına uyum göstermek mi? İdeoloji, hastalığı bir ahlak meselesine dönüştürür: “Kendine dikkat etmeyen birey, topluma da zarar verir.” Bu anlayış, tıpkı siyasi sistemlerdeki düzen fikri gibi, bireysel özgürlüğü toplumsal güvenliğe feda eder.
Toplumsal Cinsiyetin Rolü: Erkek Stratejisi, Kadın Etkileşimi
Hepatit B üzerine konuşurken cinsiyetin politik rolünü görmezden gelmek, eksik bir analiz olurdu. Erkekler, siyaset sahnesinde olduğu gibi sağlıkla ilişkilerinde de stratejik ve güç odaklı bir yaklaşım benimserler. “Hastalık geçer mi?” sorusunun altında, “Bu durum beni zayıf gösterir mi?” endişesi vardır. Erkek bedeninin politik imgesi, dayanıklılıkla özdeşleşmiştir. Bu nedenle tıbbi müdahaleye direnç, çoğu zaman bir iktidar jestidir.
Kadınlar ise sağlıkla ilişkilerinde daha demokratik ve etkileşim odaklı davranır. Kadın bedeninin politik temsili, toplumsal dayanışma ve bakım üzerinden şekillenir. Kadınlar, hastalığı yalnızca bireysel bir sorun olarak değil, çevresel ve toplumsal bir bağlam içinde yorumlar. Bu fark, siyasetin mikro düzeyde —bedende— nasıl işlediğinin de göstergesidir.
Virüs ve Vatandaşlık: Bedenin Sınırları Nerede Başlar?
Hepatit B’nin bazı durumlarda kendiliğinden geçmesi, doğanın kendi “demokratik mekanizması” olarak okunabilir. Bağışıklık sistemi, kendi içinde bir iktidar organıdır; virüse karşı savunma geliştirir, uzlaşır veya teslim olur. Ancak burada provokatif bir soru sormalı: Eğer beden kendi kendini iyileştirebiliyorsa, devletin sağlık üzerindeki otoritesi meşru mu? Yoksa bu otorite, vatandaşın bağımlılığını mı üretmektedir?
Bu bağlamda Hepatit B, yalnızca bir tıbbi vaka değil, aynı zamanda modern toplumun iktidar yapısının mikro bir modelidir. Bedenin direnci, vatandaşın politik direncine denktir. Biri virüse, diğeri otoriteye karşı mücadele eder.
Sonuç: Hastalık, İktidar ve Demokrasi
Hepatit B’nin kendiliğinden geçip geçmemesi sorusu, hem biyolojik hem de siyasal düzlemde şu soruya dönüşür: Bedenin özgürlüğü nereye kadar uzanır? Devletin sınırları gibi, bedenin sınırları da tartışmalıdır. İyileşme süreci, yalnızca virüsle değil, ideolojiyle de müzakere eder. Bu yüzden, “Hepatit B kendiliğinden geçer mi?” sorusu, aslında şu anlamı taşır: İktidar, bireyin bedeninden ne kadarını yönetme hakkına sahiptir?
Hepatit B’nin politik anatomisi bize gösteriyor ki, her sağlık sorunu bir yönetim biçimini ima eder. İyileşme, bazen bir biyolojik mucize değil; bir politik direniştir.